Santra Marketing Medya ve İletişim Uzmanı Furkan Ererişken'in kaleminden
Sigorta sektörü ve ‘hep büyüsün bu çiçek’ sendromu üzerine küçük bir taşlama
Sürdürülebilirlik… Ne tatlı kelime değil mi? Söylerken bile bir ferahlık hissi veriyor. Sanki doğayla barışıyoruz, karbon ayak izimizi toprakla örtüyoruz, bütün canlılara sarılıyoruz da bir tek panda kalıyor sarılmadık.
Ama gerçek şu ki, sigorta sektöründe sürdürülebilirlik kelimesi genellikle ‘büyümenin bozulmadan devam etmesi’ anlamına geliyor. Hani şu Avrupa’dan ithal ettiğimiz süslü kavramlar var ya, onlardan biri daha. Geldiği yerde yeşil dönüşüm, çevresel hassasiyet, sosyal adalet gibi anlamlar taşıyan bu kavram; burada geldiği gibi değil, giydirildiği takım elbiseyle anlaşılıyor: “Kârlarımız sürdürülebilir mi?” O zaman sürdürülebilirlik tamamdır.
Şirketin CEO’su “sürdürülebilir büyüme hedefliyoruz” dedi mi, sanırsınız ekosistemi kurtaracaklar. Oysa hedefledikleri şey çoğu zaman daha çok poliçe, daha çok müşteri, daha çok ciro ve haliyle daha büyük ikramiyeler. Ekosistem dedikleri de kendi sistemleri oluyor genelde. Eco’su yok, sistem kısmı kâr hanesine yazılmış.
Sigorta sektöründe “sürdürülebilirlik” sözü geçtiğinde, akla gelmesi gereken şey aslında şu olmalı: Doğayla, toplumla, gelecek kuşaklarla uyumlu, uzun vadeli düşünülmüş bir denge hali. Ama hayır. Onlar bu kavramı alıyor, kurumsal strateji dosyasının içine bir buket grafikle gömüyor. İklim değişikliği mi? “Risk primini artırdık, tamam.” Su krizleri? “Hasar yönetimini yeniden yapılandırdık, o da tamam.” Sosyal eşitsizlikler? “Dijital sigortacılık çözümleriyle ulaşamadığımız yerlere bile erişiyoruz,” denilip konu geçiştiriliyor.
Yahu siz sigortayı sadece satılacak bir ürün, sürdürülebilirliği de “kârın sürdürülebilirliği” olarak görürseniz, bu işin içinden nasıl çıkacağız? Sürdürülebilirlik; her yıl aynı hızda büyümek değil, belki de bazı yıllar hiç büyümemeyi göze alıp doğaya, topluma, çalışanlarına nefes alacak alan bırakabilmek demektir. Ama anlıyoruz ki bu cesaret değil, size göre “verimsizlik.”
Düşünsenize, biri çıkıp dese ki “Bu yıl daha az büyüyelim ama karbon emisyonumuzu yarıya indirelim, çalışanların ruh sağlığını önemseyelim, tedarik zincirimizi daha adil hale getirelim.” Muhtemelen o kişiye “performans düşüklüğü” notu verilir. Kurumsal sistemde sürdürülebilirlik, içinde sürdürülemeyen tek şey barındırmıyor: Gerçekten sürdürülebilir olan bir hayat tarzı.
Sigorta sektörü, iklim krizinden en çok etkilenecek sektörlerden biri. Afetlerin artışıyla risklerin çarpan etkisi büyüyor. Ama bu durum, bazı yöneticilerde “Ooo, daha fazla poliçe!” sevinci yaratıyor. Riskin arttığı bir dünyada, sigortanın sorumluluğu yalnızca riskleri fiyatlamak değil, risklerin oluşmasını önleyecek sistemlerde aktif rol almak olmalı. Ama gel de anlat… O sunumda “proaktif sigorta çözümleri” var, altına da sürdürülebilirlik logosu konmuş. Oldu sana doğa dostu vizyon!
Şimdi dürüst olalım: Sürdürülebilirlik sizin için gerçekten ne ifade ediyor? İki çam fidanı dikmekle bitmiyor bu iş. Eğer bu kavramı sadece sürdürülebilir kâr eğrisi çizmek için kullanıyorsanız, bari adını doğru koyun: “Kârlılık 2.0” deyin, “Yeşil maskeli kapitalizm” deyin, ama sürdürülebilirlik demeyin. Çünkü gerçek sürdürülebilirlik, bazen büyümeyi durdurmak, yön değiştirmek, hatta geri çekilmeyi bile göze almak demektir.
Kalkınma ve büyümeyi sürdürülebilirlikle aynı tencereye koyup “bu harika bir yemeğe benziyor” diyemezsiniz. Çünkü o tencerede bir süre sonra sadece karbon kalır, ayak izi değil; bildiğiniz yanık dibi.
Velhasıl…
Sürdürülebilirlik sizin düşündüğünüz gibi “hep daha fazlası” değil. Bazen “biraz azı”, bazen de “artık yeter” diyebilmektir. Tabi diyebilene aşk olsun.